
İnsanın yaratılış ve türeyişindeki ilahî gerçekliği yalanlamak için insanlık tarihinin bu alandaki “en son sürümü” olan Charles Darwin imzalı evrim teorisi, aksi yöndeki onca bilimsel delile rağmen bir kısım “akademi ruhbanları” tarafından “mutlak gerçek” gibi sunulmaya devam ediyor. Aynı çevreler Charles Darwin’e, kainatın sırrını çözmüş muamelesi yapıyor. Oysa Darwin bu alanda hem pek çok yanlışla, hatta yalanla malul hem de sahadaki ilklerden değil.
ANTİK YUNAN’IN DARWİNLERİ
Charles Darwin’in 1859’da yayımlanan “Türlerin Kökeni” ile 1871 tarihli “İnsanın Türeyişi” isimli kitapları, anaakım “bilimsel” kaynaklarda, kurumlarda, çevrelerde, biyoloji tarihinde bir dönüm noktası oluşturmuş ve evrim teorisini bilimsel bir çerçeveye oturtmuş gözüyle bakılıyor. Basit organizmalardan başlayıp, sonrasında maymun ve insan çizgisini izleyen bu teoriye, özellikle akademi dünyasında mutlak gerçekmiş gibi bakılması bekleniyor; aksi yöndeki görüşler ise sistematik bir lince tâbi tutuluyor. Bu bir fasıl, diğer fasıl ise canlıların yaratılış marifetiyle değil de “birden bire ve tesadüfen” ortaya çıktığı görüşü çok eski çağlara dayanıyor olması.

BUDA: SÜT VE BAL GİBİ ‘BİR ŞEY’DEN GELİYORUZ
Günümüz Budizmi, evrim ve daha geniş anlamda evrenin oluşumu hakkındaki modern zamanların teorilerini genel olarak kabul etmekte. Bunda, Buda’nın, “Bir su vardı, sonra sütün kaymağı gibi, çok güzel bir bal gibi tatlı bir köpük oluştu. İnsanlar bu köpükten meydana geldi.” şeklinde özetlenebilecek düşüncesinden kaynaklanmaktaydı. Budizm’deki reenkarnasyon, yani defalarca ortaya çıkma ve birçok ortaya çıkmada daha da gelişerek var olma zannı da evrim teorisine zımmen olumlu bakmaya zemin hazırlamaktaydı.

BALIKLARIN İÇİNDE YAŞIYORDUK, KARAYA ÇIKTIK İNSAN OLDUK!
Eski Yunan’da M.Ö. 500’lerde yaşayan filozof Anaksimandros, kainatın “belirsiz” bir maddenin rastgele tasarruflarıyla oluştuğuna inanmaktaydı. Onun insanın kökeni hakkındaki görüşü ise Darwin’in de sık sık kullandığı balık iddiasına dayanıyordu. Anaksimandros, insanların başlangıçta balıkların içinde yaşadığını, büyüdüklerinde ise karaya çıktıklarını iddia ediyordu. Yine tıpkı Darwin’in iddia ettiği gibi, ilk insan formu basitti, karaya çıkınca bu form karmaşıklaşmaya başlamıştı.
PARÇA PARÇA VARLIKLARDIK, SEVGİ BİZİ BİRLEŞTİRDİ
Milattan sonra 434’te ölen Empedokles ise insanın toprak, hava, ateş ve sudan oluşan dört temel element ile iki temel güç olan sevgi ve nefretten neşet ettiğini düşünüyordu. Canlılar, ilk başta birbirinden bağımsız organlar halindeydi, sonra sevgi ortaya çıkıp bu organları birleştirmişti. Ancak bu tesadüfî bir birleştirme olduğu için de ortaya tuhaf yaratıklar çıkmıştı.
Bunun üzerine bu tuhaf yaratıklar arasında başarılı kombinasyonu yapanlar, yani insanlar ve bilinen canlı türleri kalmış, gerideki türler ise yok olmuştu. Yunan filozofu bu yaklaşımıyla evrimcilerin pek sevdikleri güçlü olanın hayatta kaldığını ileri süren “doğal seçilim” düşüncesine asırlar öncesinden altlık hazırlamıştı.

ROMALI FELSEFECİ: İNSAN ‘KENDİLİĞİNDEN’ ORTAYA ÇIKIVERDİ
Antik Yunan’ın gittiği yolu takip eden, onların sayısız tanrısını kendi tanrıları olarak ilan eden, geridekilerin pek çok hurafesini de taklit eden antik Roma’da, evrim iddiası da benimsenmişti. Hz. İsa’nın doğumuna 99 yıl kala doğan Romalı filozof Lukretis, hem kainatın hem de insanların tanrısal bir tasarrufa gerek duyulmadan “kendiliğinden” ortaya çıkıverdiğini öne sürmekteydi.
Böylece, “insan olmaya karar veren organizmalar” karmaşık ve çok uzun süren bir sürecin ardından insana dönüşmüştü. Lukretis de hem kendinden önceki hem de kendinden sonraki mülhidler gibi “tanrı boyutu”nu inkâr ederken, yine onlar gibi güçsüz organizmaların tarihten silindiğini söylüyordu.
EVRİMCİ KİLİSE BABALARI
Hz. İsa’nın ardından bir süre tevhid inancı etrafında ilerleyen Hıristiyanlık’ta ise zamanla putperest toplumlardaki inançların etkisi görülmeye başlamıştı. Birçok Kuzey kavminin mitolojisinde de yer alan sudan ve basit varlıklardan yaratılma fikri bir süre sonra kilisede de taraftar bulmuştu. Nazianzuslu Gregory ve Augustine gibi Kilise Babaları, bitki ve hayvan türlerinin tamamının Tanrı tarafından yaratılmadığını, bir bölümünün zaman içinde Tanrı tarafından yaratılanlardan türediklerini iddia ediyorlardı. Motivasyonları biyolojik değil, dinîydi. Onlara göre, Büyük Tufan sırasında Hz. Nuh tarafından inşa edilen gemideki bir grup canlı karaya çıkmış, bu canlılardan da sonraki bazı canlı türleri türemişti.
Hıristiyan ilahiyatçıların Orta Çağ’daki bazıları da “tesadüf” fikrini ortaya atmıştı. Albertus Magnus ve öğrencileri, insanlığın tesadüfen ortaya çıktığını iddia ediyordu. Thomas Aquinas ise çürüyen et gibi cansız maddelerden kurtçuk ve sinek gibi canlı varlıkların çıkışına bakarak, evrimin, Hıristiyan inancıyla bağdaşmaz olmadığı sonucuna varmıştı.

DARWİN, DEDEDEN MAYMUNCUYDU
Evrim teorisini ortaya atan Charles Darwin, tarihin en uzak köşelerinden bile zannına destekçi inanışlar bulmasının yanı sıra nesep olarak da maymundan gelindiğine inanan bir dedenin torunuydu. Onun dedesi Erasmus Darwin, Organik Yaşamın Yasaları isimli bir kitap yazmıştı. Kitapta, birtakım evrimsel spekülasyonlar yer almaktaydı. Devrinde bu kitaba yönelik ağır eleştiriler de olmuştu. Ancak torun Darwin, dedesinin kitabından fazlasıyla etkilendiğini Türlerin Kökeni ve İnsanın Türeyişi isimli kitapları yazarak ortaya koyacaktı. Darwin, özellikle ikinci kitabındaki, “İnsanın Aşağı Bir Biçimden Türediğinin Kanıtı” başlıklı bölümde, maymundan gelme iddiasını çok geniş bir şekilde işlemişti.
ABD’Lİ İLAHİYATÇI HODGE: DARWİN TAM BİR ATEİST
Darwin’in kitabı da dedesininki gibi yayınladığı ilk günden itibaren ağır eleştirilere de muhatap olmuştu. ABD Hıristiyanları arasında itibarlı bir ilahiyatçı olan Protestan Charles Hodge, “Darwinizm Neidr?” isimli kitabında, şunları yazmıştı:
“Hayal edilebilecek en ateistçe bir teori. Darwin, selefi Lamarck’ınkinden bile çok daha ateist. Sadece insan gözünün tasarımı bile, bir saatin tasarımının bir saatçiyi ortaya koyması gibidir, bunun Yaratıcı tarafından planlandığını ortaya koyar. Tabiattaki tasarımı inkâr etmek aslında Tanrı’yı inkâr etmektir.”
Charles Darwin’in Türlerin Kökeni isimli kitabı, o yıllardan bugünlere kadar geçen süreçte de sayısız eleştiriye maruz kaldı. Pek çok ilahiyatçı ile pozitif bilim mensupları Darwin’in, teorisini gerçekmiş gibi göstermek için zorlama yorumlar geliştirdiğini, hatta gerçek dışı ifadeler kullandığını ispatladılar. Bilimsel gelişmeler de Charles Darwin’in iddialarının gerçeklik taşımadığını her geçen gün daha da güçlü delillerle ortaya koymakta.
- Francisco Jose Ayala, “Evrim Teorisinin Tarihi”, Britannica Ansiklopedisi
